Her gördüğüm dağın ardında mı acaba diyordum. Her gördüğüm kıvrımlı yolun ardında O var. Neden böyle hissettim bilmem. Gittiğim mesafenin kaç km olduğunu, kaç saatlik yol olduğunu sormuş öğrenmiştim aslında.
Yollar bitmiyor, zaman geçmiyor, içimdeki kırgınlık, kızgınlık öfke ve özlem bir rüzgargülü yaprağı gibi yön değiştiriyordu. Saniyelerle raks eden bir duygu karmaşası..
Haklıydım...
Bu yollara düşüşümün bir anlamı vardı. 10 dakikalık yola giderken araba tutan beni, 800 km yollara düşüren bir neden..
Ah Zehra ..!
Zehra kim? siz bilmezsiniz ki..
Babamın emaneti. Kasacı İhsan'ın 1.5 yaşında yetim bıraktığı en küçük kızı. Babasız büyümenin verdiği minnetsizlik , dik başlılık ile çocukken bile kimseyi severken görmedim Zehra'yı..
Duyguları yok gibiydi. Sert mizacı, hakkını koruyan kollayan bir kız çocuğu. Babasını özler sandınız değimli? Bir kez bile duymadım ağzından "Ben babamı özledim lafını ".
Zehra dikbaşlı , onurlu gururlu bir kız çocuğu..
Kimseyi sevecek gücüm yoktu. Kimseyi anlayacak...
Kimseye ağlayacak aslında.
Ama ablaydım.‘Anne yarısı’ dedi annem yüzlerce kez. Nakşetti beynime. Yorgundum, ezgindim. Hayattan bezgindim. Kimselere anlatamadığım gönül kırgınlığımla, hayat yorgunluğumla hemhal olurken kendime onlarca sıfat ekledim. Birinin kızı, birinin eşi, birinin annesiydim.
Ama kendimin hiçbir şeyiydim... Ve hiç kimsesi.
Özne olamadığım hayatlarımın en dibinde, en zorunda, en genç, en cahil, en çocuk yanımla karşılaşmış, hayatın beni alaşağı etmesine bakakalmıştım.
Olsun..
Yüzümden tebessümümü alamayan, umudumu çalamayan bir hayatla savaşmayı değil yaşamayı seçtim.
Zehra yoldaşımdı. Kardaşımdı... Siz bilmezsiniz.
Yazacağım şiirlerin içine hasreti hiç koymadım..
Söylediğim türkülerin içine gurbeti hiç koymadım.
Ayrı şehirlerde aynı güneşin doğuşuna, ayrı şehirlerde
aynı yıldızlara şiirler yazılıma, ve hayatımda ilk defa gurbette kalışıma ağlıyordum. Dengesizliklerin dengesini kurmaya çalıştığım, kendimi yepyeni bir hayata hazırlamaya alıştırdığım anlardı.
Kızgın, kırgın ama bir o kadar da hasret dolu..hasret olduğum anlar.
Zehra...
Emanetti. En sevdiğimdi.
Birini sevdi ve gitti.
Ayrı şehirlerde yaşama gerçeğini kabul etsem bile ayrı şehirlerde ölme hissini hazmedemiyordum. Yanımda olmayacak, omzuna yaslanamayacaktım.
Of ..!! Şimdi kim dinleyecek benim öfkemi?
Gece yarısı çaresizlik nöbetlerimi..
Anılarımız gözümün önünden gitmek bilmedi.
Tüm kırgınlıklarımı yorgunluklarımı hayat telaşelerimi apar-topar bir bohçaya sarmış sarmalamıştım. Çok hazırlıksız yakalanmıştım. Hastanın şifacısının ölmesiydi bu!
Yalnızdım artık. Yapayalnızdım.
Gece yarısında çaresiz öfke nöbetlerim yetim kaldı. Hayallerimin gerçek olma mücadelesi yarım kaldı. Gitti, ben yarım kaldım.
Bu kadar umudu Zehra'ya yüklemekle acımasız davranmamış mıydım?
Her şeyi unutmaya ve olaylara en iyiden en güzel açıdan bakmaya karar vererek, yeşilin karanlığa döndüğü noktada bir anda sanki bambaşka bir dünyaya geçtim ve arabayı kullanan şoföre seslendim;
“DUR !!!”
Tamda O An.. İnanılmaz olan O an'dı.
İznik'le ilk karşılaşmamız..
Bir can'a bir can nasıl eklenir?
Hayatında varlığını bilmediği, yaşamadığı, görmediği, nefes almadığı bir yerde insan nasıl can bulur şaşkınlığının telaşındaydım.
Mavisi bildiğim mavilerin dışında, renklerin geçişini dahi perde perde görebiliyorken, yanımdakilerin benim geçtiğim o karmaşık üç boyutlu âlemden hiç haberi bile olmadı.
Ya ben farklı baktım, belki bana farklıydı.. Fark etmedim.
Narindi,
Nazenindi.
Ilgıt ılgıt esen yelle çarşaf gibi dümdüz serili mavilikleri buluşuyor, insanın üzerinde uyuyası , dünyayı unutası geliyordu.
İznik sanki benimdi, bana aitti. Bir ruha bu kadar mı yakışır?
Yola devam etmek, kalan ömrüme devam etmek zorunda olduğumun farkında, tam 32’nci yaşımda, tüm yaşadıklarıma bir mola, bir teneffüs, bir dinlenme arasıyla;
Ömrümün tüm yükümü taşımaya devam ederek, umursamamayı öğrenerek hayatımda yürümeyi öğrendim.
İkinci bir hayatın varlığı...Bunu kimseyle paylaşmadım.
Yaşadığımı bilen herkes nefes almamın hayatta kalmak olduğunu zannetse de bir başka coğrafyaya ait ruhlar sürgündedir bilemediler hiç.
Ben; bir şehrin kıyısından geçtim bana benzeyen..
Ben; kendi hayatımın içinden geçtim bana hiç benzemeyen!
Nefesimi, ömrümü, geri aldığım yerdi İznik.
Ben vardım.
Birine ihtiyaç duymadan, anlatmadan anlaşılmayı unutarak, Ben vardım dediğim o an.
Nasıl unuturum?
Nasıl unuturdum?
Yükümü yüklendim sırtıma, ben kendim oldum, bana en çok benzeyen ben.
Hangi ifadeyi kullansam eksik kalacağını bildiğim, kalemimin anlatabilme ihtimali dahi olmayan hislerin bumerangında, yoldan çıkarak yolu bulmak,
yola gelmek.
Kendini keşfetmek acziyetini silkelemek, dökmek.
Her şey, beni üzen, yoran, kıran, döken parçalayan darmadağın yapan her şey orada kaldı...
Efil efil esen rüzgara teslim ettim acılarımı, tüm yaşanmışlığımı, yaşanmamışlığımı.
Zehra yoktu artık..
Yok gibi, ama bir o kadarda var gibiydi.
Cismen değil, ismen değil... Hissen ve manen.
Kaçtığım kendimden, kavuştuğum kendime bir yol vardı İznik'te...
Bana ait bir boyut, bana ait bir ruh, bana ait bir vuslat..
Kavuşmayı en dibinde yaşadım.
Kimseler görmedi, Kimseler görmesin asla istemem.
İznik, duamdır benim,
İznik.. Kabul olmuş duam!